15 Mayıs 2009 Cuma

EN ÇOK ONLAR İÇİN MİNNETTARIM :)

Üsküdar Fethi Paşa'nın mor sakinlerinden biri :)


Ağva İpek Koza bahçesindeki elma ağacı'nın narin çiçekleri :)



Pierre Loti'nin nefis manzarasını seyredenlere tepeden bakan mor güzeller :)




Edirne Kapı Şehitliği lalezarından bir güzel...

Üsküdar-Fethi Paşa bahçesinin gözdelerinden :)
***
Yalnızlık yoktur oldukları yerde. Zerafetleri ile binlerce hikaye anlatırlar kendilerine çevrilen gözlere. Ruha dinginlik verirler. Her şeyin bir tek Bir'de birleştiğini derinimize fısıldarlar. Ve böylece kainatla olan dostluğumuzu başlatırlar...
Çiçekler, Yaratıcı karşısında iki büklüm olma isteği uyandırır bende. Onlarda kendi sırrımın gizlendiğini düşünürüm. Çiçeğin sırrına erince kendimdeki sırra ereceğime inanırım. Çocukluğumda oyuncaklardan çok çiçekler ilgimi çekerdi. Babam hala tebessümle anlatır çiçeklerle aramdaki bağı. '' Kızım el alemin çocukları salıncaklara biner ya da oyun oynarlardı parkta. Sen ise çiçeklerin olduğu alanlarda koşardın elini bırakır bırakmaz. Laf işitmeyelim diye perişan olurdum peşinde koşarken.'' Kendimle ilgili en eski çocukluk hatıramda gene onlar var. Babaannem ve anneannemin yanında kaldığım dönemlerde ya bahçedeki çiçekler ya da köy yakınındaki çayırda olan kır çiçekleri süsler anılarımı. Onlar annemden bile eski hafızamda.
Aslında bu yazı çiçeklerle ilgli olmayacaktı size gittiğim yerleri ve beni anlatacaktım. Çiçek resimlerini ise sadece gitiğim yerleri temsil etsinler diye kullanmıştım. Neye niyet, neye kısmet işte :).
Baharla birlikte geziler de başladı. Her gidilen mekan nazarımı değiştiriyor. Dinginleşmek içimdeki gölgeleri yok ediyor. Bahar güneşi ruhumun her zerresini ısıtıyor. İçimdeki ışık dışıma yansıyor. Zaman çoğalsın istiyorum. Daha çok okumak, daha çok dua etmek, daha çok yazmak ( ama ders kitabı değil artık ), daha çok gezmek, daha fazla dostla sohbet etmek istiyorum. Yaşadığım her anın hakkını vermeliyim. Görmeli ve bilmeliyim, görmem ve bilmem istenen her şeyi :).
Yarın Edirne'ye gidiyorum. Annem, babam, ben ve arkadaşlarım. Rehber eşliğinde harika bir gezi olacak, inanıyorum :).
Bir şehir, bir yara, bir nazar, bir miad, bir aydınlık...
Bu arada şiir ve yazı atölyesinde edindiğim bilgileri ( Haydar Ergülen - Ali Ural) buradan paylaşmayı düşünüyorum ama sanırım bunun için okulun bitmesini beklmek zorunda kalacağım. Yazmak istediğim öyle çok şey var ki ...
Nevv, aylakadam ( geri dön), passive ( sen de yaz artık), eyesean, denizmisal iyi ki varsınız :)
NOT: Edirne dönüşü yeni postlarımı ilk blogumda yayınlamayı düşünüyorum, ne dersiniz ?

1 Mayıs 2009 Cuma

Özlem


Yazmayı özledim. Mor menekşeyi ve anneannemi özlediğim kadar hem de...

16 Şubat 2009 Pazartesi

KÖYE GİDİYORUZ :)

Uzun zamandır yazmaktan men edilmiş hissediyorum. Klavye başına yazmak için oturduğum her an bu hissimi doğruladı. Yazmak için verdiğim sözler de men edilmişlik duygusunun galibiyeti ile sonuçlandı hep. Yazarlık kursu başladığından beri verilen ödevleri yapamama nedenim de men edilmişlik hissimin diğer tüm hislerime galip gelmiş olmasıdır. Her uygulama dersinde hocalarımdan emeklerine karşılık veremediğim için özür diliyorum ; sessizce ve içimi yakan bir hüzünle. Ve şu anda ilan ediyorum ; yazamamak bende hükmünü yitirdi. İşte size ispat, uzun bir gönderi yazıyorum size bugün. İçinde sevgi, umut, dostluk, merhamet ve nefis tadlar olan bir gönderi bu.


***

‘’ Kudretin Eli, Âdem’in çamurunu cennet göklerinin altında , esenlik toprağının üzerinde yoğurdu. Ama has bahçelerin arsında bırakıp OL, deyip de oluruna bırakmadı onu. Dokundu, bu toprağa kendisinden bir temas hatırası bıraktı. Üzerine doğrudan bir yakınlık kattı.’’
‘’ Yaratan yarattığına şu şah damarı kadar yakınsa, yaratılan da Yaratan’ına bir nefes kadar yakındı.’’
Nazan Bekiroğlu (LÂ’dan)

Günlük telaşların içinde kendimi düşünme fırsatım olmaz pek. Düşünülecek ben dışında öyle çok şey var ki. Okulda, eğitimciler derneğinde, ailede kısaca bulunduğum her yerde bir şeylerin sorumluluğu üzerime âdeta yapışıyor. Kendim dışındaki her şeyi düşünmeyi vazifem bilmem bundan olsa gerek.
Bugün bir farklılık yaşadım, fark ettim ki ben de düşündüklerim kadar düşünülenlerdenmişim. O bana bir nefes kadar yakınmış, ben oluruma bırakılanlardan değilmişim. Ve Tarih ve Kültür Dayanışmaları Derneği’nin köy gezisi bunları fark etmemi sağlayacak aracıymış meğer.



Sabah 8.10’da ( 10 dakikalık gecikme de benden dolayı oldu ) Mecidiyeköy’den hareketle başladı gezimiz. Pazar sabahı o kadar insanı bekletmiş olmak beni huzursuz etmişti. Ayrıca beklemiş insanların dil ile olmasa da göz ile bekleten kişiye ne mesajlar verebileceklerini bildiğimden otobüse binerken gözlerimi tüm yolculardan kaçırmaya karar vermiştim. Fakat bu otobüsün ve içindekilerin benim bugüne kadar bildiğim bekleyen’lerden farklı olduğunu ilk anda anladım. Özürle giriş yaptım, özrüme gülen gözler karşılık verdi. Aldığım mesaj da bildiklerimden farklıydı; ‘’iyi ki geldin ‘’, iyi ki gelmiştim.
Yolculuğumuzun yaklaşık bir saat süreceği söylendi. Merve'nin yanına oturdum, ( ne şirin şey o öyle) hal hatır sorduktan sonra kulak verdik otobüste çalan kasete. Benim içindi işte kasette söylenen her cümle. Yoksa her cümle ruhumun bir yanını sarmada nasıl bu kadar başarılı olabilirdi? Yağmurlu sabahlarda yeşilliklere otobüs camından bakmak meğer ne kadar keyifliymiş, hiç bitmese olurmuş bu yolculuk :). Nazmi Bey'in uyarısından anladım Kır Evi'ne gelmiştik; oksijen çarpmasın arkadaşlar. Kır Evi'nde el yapımı tabaklarda nefis bir kahvaltı bekliyordu bizi.





Şiir ve yazı atölyesindeki arkadaşlarla beraber olmak çaya da yumurtaya da kestane balına da ayrı bir lezzet kattı. Nezire Hanım boşuna söylemedi takdirle karşıladığımız cümlesini; '' İnsan sevdiği ile olunca ne yediği önemli değildir.'' Sevmek hayata tat kattığı gibi bizim de kahvaltı tabaklarımıza tarifsiz bir tat serpiştirmişti. Kestane balının hafif acımsı tadını değiştirmeye yetmedi sadece sevgimiz. Çünkü eksiktik, şiir yazı atölyesindeki diğer arkadaşlar ve hocalarımız da bizimle olsaydı, biliyorum hiç kimsenin ağzında tatlanmadığı kadar tatlanacaktı kestane balı bizim ağzımızda. Kahvaltımızın sonlarına doğru ziyaretimize köy muhtarı geldi. Köy hakkında bilgiler verdi ( davul zurnayı da bekledim ama onlar gelmedi :) ), konuşma sonrasında köye tayin istemek geldi içimden.




Kahvaltı sonrası fotoğraf çekildik bol bol. Şömine önü, favori mekân seçildi. ( Merve perdelerin dikişini inceledi, kusursuzluk onayını da verdi.)




Kır Evi'nden ayrılırken son pozumuzu veriyoruz, mutluyuz ama gruptaki diğer arkadaşlar da keşke burada olsalardı demeden edemiyoruz.



Kır Evi'nden sonra köy meydanını turladık. Bahçeli evler, pırıl pırıl sokaklar ve güzel ormanıyla görülmeye değer bir köy Cumhuriyet Köyü. Köy yakınlarında yürüyüş alanı aradık ancak hava da yağışlı olduğundan gezinin yürüyüş kısmını gerçekleştiremedik. Yol boyunda kardelenler gördük, ne çok şeyin ifadesidir onlar benim için. Durmadık...

Sonraki durağımız bir çiftlik oldu. İçinde kuzular, inekler olan kocaman yemyeşil bir alandı burası. Kenarında orman ve nehir ( belki yağmur suyundan dolayı oluşan bir akıntıydı) vardı. Önce kuzuları ziyaret ettik, Mehtap bir tanesini bir bebeği kucaklar gibi kucakladı. Pozu kaçırmadım çektim. İnsan kâinatla alakadar. Ve tüm yaratılmışların ortak bir noktası var. Bu tek ortak nokta bile var olan her şeyi sevmemize yetiyor. Bir kuzuyu, bir çiçeği, bir böceği...




Çiftlikte gördüğümüz sevimli eşek bize Barış Manço’nun şarkısını hatırlattı.


Çiftlikteki güzel manzaralardan birini de aşağıdaki resimde görebilirsiniz.

Polonezköy'de mola verdik çiftlikten ayrıldıktan sonra. Hakiki bal mumundan yapılmış mumlar aldım. Yanma süreleri daha uzunmuş ve is yapmıyorlarmış. Yazı yazmayı deneyeceğim bal mumu ışığında.
Dönüş yolculuğumuzda mikrofon hiç boş kalmadı. Memduha Hanım, Pınar, Ömür Bey, Sabahattin ve Mehtap bize şiirler, yazılar okudular. Hepsine tekrar teşekkür ederim. Bu gezinin her anında ben düşünüldüğümü hissettim. Âdem'den bu yana taşıdığımız O'nun bize en başından yüklediği seçilmişliğin güzelliğini hissettim her an üzerimde. Ve en önemlisi de bu seçilmişliğin başkalarını da düşünmekten geçen bir TEŞEKKÜR'ü gerektirdiğini bir kez daha anladım.


Dönüş yolculuğumuzdan bir kare. Muhabbetimiz mi artmış bizim ne :)

13 Aralık 2008 Cumartesi

YAZAMAMAK...


Uzun zaman oldu yazmayalı. Yazmamak için her zamankinden farklı nedenlerim oldu bu sefer. Ne zamanının hızına ayak uyduramamak ne, ne işlerin yoğunluğu, ne de kitaplar suçlu bu sefer. Yazarlık okulunda aldığım eleştirilerin de payı yok yazmamamda. Sözcükleri de aklamalıyım, onları bir araya getirmek için hiçbir teşebbüsüm olmadı çünkü. Yazarlık okulundaki ödevlerimi de yapmıyorum ne zamandır; yazmıyorum... Yazmaya farklı bir anlam yüklediğimdendir belki tutulup kalmam...

20 Ekim 2008 Pazartesi

Kaşif bir ben...



Zaman akıp gidiyor her geçen dakika ruhumu zenginleştiriyor. Çocukluğumdan beri ilk kez hayret edebilme yetimi bu kadar cömert kullanıyorum. Gözlerimin önündeki ülfet perdesini aralayana teşekkürlerim göğe merdiven oluşturacak denli çok olsa, gene de eksik kalır.

Yazmak istediğim çok şey var, yazmak için ise 15 dakikam ( bu 15 de çalıntı zaman kitaptan).

İki karpuz bir koltuğa sığmaz sözüne inat bir koltuğa üç karpuz sığdırmayı deniyorum. Zorlanıyorum, yoruluyorum ama keşfediyorum... Anlıyorum, hiçbir mekana sığmayanın küçüçük bir kalbe sığıdını. Ve iliklerime kadar küçücük bir kalbe kainat sevgisinin nasıl sığabildiğini hissediyorum...

''Güzel bakan güzel görür. Güzel gören hayatından lezzet alır.'' Yıllardır nazardaki sırrı çözmeye çalışırım. Nazarıma bir dokunuş mu oldu? Kayıplarımdan zaman zaman sorumlu tuttuğum masallarım masumiyetini mi kanıtlamak istedi?Onlara olan özlemimin burun direklerimi sızlattığı anda ötelerden bir peri mi gönderdi bana masallarım?

Sorularımı çoğaltabilirim ama ben bilirim ki tüm sroularımın cevabı hep bir'de birleşecek. Tüm olayların, tüm keşiflerin , tüm nazarların arkasındaki bir'de gizlidir cevap.

Yazarlık okulunu, Zeynep'i, arkadaşalrımı, öğrencilerimi, çiçekleri, Defne'yi,dernekteki çalışmaları, dil odasını, kitap incelemeyi, kitap yazmayı, her hafta okuduğumu anlatmayı, günde 5 saatlik uykularla yetinmeyi seviyorum. Hatta Cengiz'i bile seviyorum :)...

Sizi de seviyorum... Uzun uzun keşfettiklerimi yazacağıma söz veriyorum. Ders kitaplarındaki düzeltmelerden sonra. Bana ayrılan ( çaldığım ) dakikalar doldu, kulaklarımda Selda Hanım'ın sesi ;

'' Sevcan Hanım, biraz daha zorlasanız, baskı için bekliyoruz...''

Vicdan azabı duydum galiba, bundan dolayı bugünkü uyku zamanı 4.45 dakikaya indirilmiştir.

Hayret edebilme duygusunun hepinizde tüm ihtişamıyla canlanmasını dilerim. ''Hayret'', hayret ne güzel şeymişsin sen :). Seni bize verene gökteki yıldızlar adedince teşekkür ederiz...


NOT; Bir masal yazma vakti benim için şimdi. Sizce Uyuyan Güzel, Kırmızı Başlıklı Kız ya da Pamuk Prenses günümüzde yazılsaydı, masalın seyri nasıl olurdu?

15 Eylül 2008 Pazartesi

Asr


Zaman tanzimi kişilere göre değişse keşke. Yani zamana hükmeden, ona daha çok ihtiyacı olanlara birkaç saat daha fazla verse. Daha çok iş çıkarılsa ortya, daha çok yüreğe dokunulsa, gözler daha çok sayfada gezinse, parmaklar daha çok satıra imza atsa…
Yazmak istediğim öyle çok şey var ki… Ama zamanla başım dertte, yetmiyor bana verilen saatler. Ertesi günün bir iki saatini çalmak bile işe yaramıyor çoğu kez. Bugünlük bu kadar deyip günlük mesaimi tamamladığımda bile, kafamda yapamadıklarımın listesi uçuşuyor.
Bast-ı zaman sırrına ersem biliyorum, zamanın esaretinden kurtulabilirim. Ama ruhun derece-i hayatına çıkmak bana uzakkk…
Anlatılmayı bekleyen neler mi var?
Okullar açıldı, yep yeni yürekler var karşımda. Kimileri öyle özel ki… Eski öğrenciler var, atılan temeller üzerine kurulacak güzellikler var… Bir dil odası var, düzenlenmeyi bekleyen…
Kitaplar var, yeni müfredat kurbanı (hiç istemiyorum kitap düzenini değiştirmeyi ben :( )olan. Yüzlerce sayfa var yeniden düzenlenmeyi bekleyen. Ve buna direnen bir beynim var…Elimdeki daha doğru ve daha güzel bir tasarım ama milli eğitimin saçma tasarımına uyum sağlamak zorunda. Güzel olanı çirkinleştirme eylemi aslında yapılması gereken ve ben buna hala inatla direniyorum. Yayınevine karşı bir mesuliyetim olmasa, kitabın noktasına dahi dokunmam… Ama düzen her yerde aynı…
Öğrencilerimle okul dşında birlikte geçirdiğimiz cici zaman dilimleri var dile gelmeyi bekleyen… Onlara hazırladığım iftar sofraları, paylaşılmayı bekleyen tarifler var.
Yeni bir blog sayfası var ismi konmuş, temeli atılmış üzerine yazılacak satırları bekleyen. En kısa zamanda, ilk posttan hemen sonra yazacağım adresini size. Yıllar önce yapılmış olması gereken, benim için çok özel bir sayfa bu …
Alptuğ var :), güneşim olan… Bir de küçüçük bir kız var içimde, hiç anlayamadan yıllar öncesinden çıkıp gelen :)
Her şeyi uzun uzun anlatacağım, ilk mola hakkımı kullandığımda.Hayat güzeldir, hele bir de güneşleriniz varsa yolunuzu aydınlatan...

5 Eylül 2008 Cuma

Ruhuma dost satırlar


Kelimelerin bize dostlarımızdan daha yakın olduğu anlar vardır. Bir yazı okuruz ve içinde kayboluruz. Mahrem yerlerimize en ihtiyacımız olduğu anda dokunur onlar. Ruhumuza işler ve ondaki kırgın noktalara merhem olurlar. Cümle kurmamıza gerek yoktur, anlatmak için acıyan yanlarımızı. Onlar karşımıza bizi bizden iyi bilen tarafından çıkarılmıştır. Misyonları kalbimizdeki nasırlı yanlarımıza hayat vermektir.
Satırlar arasında kaybolurum bazen, gözlerimin önündeki sır perdesi aralanır, bambaşka diyarlara yelken açmak isterim. Yitirir hükmünü tüm dert edindiklerim…
Fanilik mührünü taşımaya mahkum olan hiçbir şeyin gidişinden elem duyulmaması gerektiğini anlarım. Kalbin gıdasının bu satırlar arasında olduğunu keşfederim. Dilime dolarım isimlerini bir bir…
Satırların katibine duyduğum hayranlık ona olan özlemimle birleşir. Bir görsem, açsam yüreğimdekileri, bir iki kelam dinlesem ondan halime hitaben…
Su üstünde yürümenin, mekanın esaretinden kurtulmanın sırrı nededir diye sorsam…
Halimi şikayet etsem, satırların anlattıklarının çook gerisinde olduğumu söylesem…
Bir el okşasa başımı ve ben esareti altına girdiklerimin esaretinden kurtulabilsem…
Satrılarıyla buluşmadan önce derdiyle tanıştığım bir kez daha gelse gözlerimi kapadığımda…
Ve ben rotamı hiç şaşırmasam…

‘’ Uçmak ne ki yerde leş arıyorsa gözler! İşte akbabalar da uçuyor gökte kara lekeler bırakarak. VAR MI UÇABİLEN KALBİNİN ÜSTÜNDE! Tayy-ı mekan edene itibar ediyorlar ne tuhaf! Ya su üstünde yürüyenlere ne demeli; balıkları denizde yüzdürmüyor mu Allah! Var mı yürüyebilen kalbinin üzerinde!’’
A. Ali Ural

2 Eylül 2008 Salı

Bir sözcük ve ... ?

Sabun köpüğünün ömründe gizlidir bazen yaşadıklarımız. Onların hayatımızdaki hükmü bir andır sadece. Masallardaki bir varmış bir yokmuş ifadesinin gerçek hayattaki yansımalarıdır onlar. Yaşadığınız gerçek mi hayal mi karıştırırsınız. Nasıl başladı nasıl bitti kısmını anlayamayacak kadar çok karışır kafanız. Olayların içinde nasıl anlayamadan bulduysanız kendinizi, anlayamadan dışında da buluverirsiniz.
Ve fark edersiniz ki her biri size dair ipucu versin diye özenle kurduğunuz onca cümledeki siz sabun köpüğü ömrünü tamamlamış ve siz bir tek sözcüğe mahkum edilmişsinizdir. Hayata dair kesin kırmızı çizgileri olan biri ise mahkumiyetinize karar veren şansınız yoktur, özdeki sizi anlatmaya. Yargılama ve karar verme süreci çoktan bitmiştir.
Kalabalıklar içinde yalnızlık duyarız bazen. Bazen de bir dost yanında kalabalıklaşıveririz. Anlaşılmak ya da anlaşılmamaktadır her iki durumun da sırrı. Anlaşılmak yüreğimizi hafifletirken, anlaşılmamak ağır bir yük yükler ona…Size ait olmayanların size etiketlendirilmesi acıtır.
Bir varmış bir yokmuş anı kadar kısa sürse de yaşananlar, onlarda O’nun anlattıklarının çokluğunu ve çıkarılacak derslerin kalıcılığını görmek lazım.
Gördüğümüz, düşündüğümüz gibi değildir her şey. Hayır gördüklerimizde şer, şer gördüklerimizde hayır gizli olabilir. SAN’A dayanıp hikmetine güvenmemizi sağla. Ve aydınlat yüreğimi(zi), sevdiklerini sevdir , bizi de sevdiklerine sevdir.
Rahmet ayı gelmişken beni kendimle meşgul olanlardan değil, mahzun gönül peşinde koşanlardan eyle…

NOT: SEMA, sözcükler biz ne anlamda kullanırsak kullanalım bizim onlara yüklediğimiz anlamdan sıyırlıveriyor ve başta onlara ne misyon yüklendiyse ona hizmet etmeye devam ediyor. Ama ben gene de seni seviyorum … :)

23 Ağustos 2008 Cumartesi

AĞVA'DA BİR İPEK MOTEL varmış :)

Resimlerin üstüne tıklayıp büyütebilirsiniz.

Resimlerde; Ben:), Orhan Bey ve Oğuz Bey, Duygu, İlhan Bey, Yüksel Hanım ve Merve.
Her son insana hüzün verir. Çünkü insan kainatla alakadardır; güneşin doğuşundan ve batışından, yağmurun yağmasından, rüzgarda yaprakların çıkardığı sesten, nehrin akışından, gördüğü çiçekten hatta böcekten etkilenir insan. Ve her görüntü ya da ses kalpte farklı bir titreşime neden olur. Bu işin sırrı tüm kainatın insana endeksli yaratılmasındadır belki.
Doğanın insan üzerinde tesiri bu kadar güçlü iken insanların birbiri üzerindeki tesirini anlatmaya gerek yok. Bir bakış, söylenen bir sözcük, bir hareket yüzümüze günler boyu tebessüm de kondurabiliyor, günlerce kalbimizde bir burukluğa da neden olabiliyor...
Güzel bir tatilin ardından yazmak istediğim, ayırdına vardığım ve paylaşmak istediğim çok şey var. Ama öncelikle size belki yoğun bir dönemin bitimine kadar bana enerji kaynağı olacak, her hatırladığımda yüzümde tebessüme neden olacak bir İPEK KOZA'sından söz etmek istiyorum . Bir an önce İPEK KOZA'yı anlatayım ki yaz bitmeden siz de gidin ve aynı enerjiyi siz de depolayın.
Yaz başında yaptığım tatil planında Ağva yoktu. Gitmeyi planladığım dağ otelinde yer bulamayınca büyük hayal kırıklığı yaşamış ve şansız olduğumu düşünmüştüm. Tavsiye üzerine rotamı çok da istemeyerek Ağva'ya yönelttim. Ağva'da da kalmayı planladığım motel sorun çıkarınca kardeşimin internetten tesadüfen bulduğu İPEK KOZA motelle kesişti yollarımız. İnterentten resimleri inceledim, telefon edip işletme sahibi ile konuştum ve düştüm yola. İlk kez gidiyor olmak ve neyle karşılaşacağımdan emin olamamak beni biraz tedirgin etti. Fakat İPEK KOZA'nın kapısından girdiğim an tüm tereddütler kapının dışında kaldı. Sıcak bir karşılama, nezaketli tavırlar derin bir nefes almamı sağladı. İPEK KOZA Ağva Şile yolu üzerinde Göksu Nehri kenarında kurulmuş olan bir aile işletmesi. İlhan Kazcı işletme sahibi ve kurucusu. Otelde
kalan müşterilerle KAZCI ailesi tek tek ilgileniyor. Sıcak, samimi bir ortam hakim otel çalışanları arasında. Bu da kalan müşterilere yansıyor. İlhan Bey ,eşi Yüksel Hanım, kızları Merve ve Duygu mutfak işleri ile uğraşırken Orhan Bey ve Oğuz Bey de müşterilerle ilgileniyor. Herkesin memnuniyeti onlar için önemli. Küçük ayrıntı ya da önemsiz ayrıntı yok onlar için, her dile getirdiğiniz talebinizle özenle ilgileniyorlar. Bundan olsa gerek yemeklerde sohbet ettiğimiz kişilerin aynı tatil için aynı mekanı tekrar tercih etmesi.
İPEK KOZA'da nefis yemekler yiyebilir, nehir kenarında dinginleşebilir, deniz bisikleti ile nehir üstünde gezinti yapabilir, tekne kullanabilir, hamaklarda sallanabilir ve minderler üzerinde bol bol dinlenebilirisiniz. Ağva merkeze gitmek istediğiniz zaman ise İlhan Bey sizi çarşı içine bırakabilir hatta otele dönmek istediğinizde sizi tekrar gelip alabilir. İPEK KOZA'da kalmanın tek olumsuz yanı ise şu; bir aile sıcaklığı içinde ağırlandığınız için sevdiğiniz dostlarınızdan ayrılıyor gibi hissediyorsunuz tatil bitiminde ve el sallarken otobüsün camlarından bir burukluk oluşuyor kalbinizde. Geride kalan ve aynı hisleri diğer misafirlerine de yaşatacak olan İPEK KOZA ailesine minnetle sallamaya devam ediyorsunuz elinizi , görüntüde sadece yol kalıncaya dek.
İPEK KOZA'nın büyüdüğünde de aynı sıcak ve samimi hizmeti sunabilmesi dileği ile... Tüm İpek Koza çalışanlarına sevgiler.
Not: Otel yaz -kış hizmet veriyor.
Otel'in internet adresi:
Telefon numarası:
(0216) 721 74 03

10 Ağustos 2008 Pazar

MOLA

Sen'i sevmeme izin ver! Sevdiklerini sevdir bana! Bana ben'i sevdir! Uzaklığımı yakın kıl! Aydınlat yüreğimi(zi)!
Vakit yolculuk vaktidir. Ve boşunadır sonuca ulaşmadan sarf edilen tüm kilometreler. Ben benle olmayı, ellerimi açıp uzun uzun Seninle konuşmayı özledim. Çiçeklere dokunmayı, ağaç dallarında kaybolmayı özledim.
Gidişimi amacıma uygun eyle!

5 Ağustos 2008 Salı

...


Yıllarca ağır bir yükü taşımaya mahkum ettim seni. Haykırışlarına tıkadım kulaklarımı. Gönderdiğin titreşimleri gözyaşlarına dönüştürdüm, akıttım cömertçe. Sen titreşim göndermeye devam ettin ben, çözüm bu değil diye haykırdım. Ben, gözyaşları sonrasındaki anlık hafiflik hissine aldanmayı seçtim. Benim benliğimi senin varlık gayeni anlamsızlaştıran yük gittikçe ağırlaştı oysa. Hala dinmedi çığılıkların, senin misafir etmek istediğin ve benim seni misafir etmeye zorladığım sevgiler ne kadar farklı birbirinden... En özel yerine bir leke kondurdum, inatla onu bembeyaz kılmaya çalıştım. Tüm çırpınışlarına kapadım gözlerimi, direndim. Eğirti duranı yakışır kılmak istedim koyduğum yere. Sen her seferinde direndin. Varlığına anlam katan o değildi, bunu sen hep bildin ben ise bunu biliyor olduğumu unutmak için kaybolmayı seçtim. Dağıtıverdim beni ben yapan herşeyi... Yap bozun parçalarını topladım sonra eski günlüklerden, dostlardan, şehirlerden. Ben'i oluşturdum, yerleştirmeye çalıştım her parçamı ait olduğu yere. Dinginleştim, el uzattım minik yüreklere, klavye tuşlarına dost oldu parmaklarım. Masalları hatırladım yeniden, masallarla uyku diyarına gönderdim aylarca kucaklayamadığım yeğenimi.

Yandım, hatalarımı bir bir çıkardım gün yüzüne, çoğunu kabullenmekte zorlandım. Af dilemek için kapanmıştı kapı yüzüme sert bir şeklide. Affı sonsuza olana gönderdim özrümü.

Farkındayım Sen'den uzaklaştı yine satırlarım, oysa sadece SENİN için klaveyenin tuşunda şu an parmaklarım. Kendime itirfaf edebilmek kadar zor yazmak, söylemek istediklerimi sana. Yap bozun bir tek parçası kaldı elimde. Bilirim, o serüvenin son noktasıdır...

Ameliyat vaktidir, seni masivadan temizleme vaktidir. Yükünü hafifletme, seni özgür kılma vaktidir.
YA BAKİ ENTEL BAKİ.
HAFİFLET YÜREĞİMİ(Zİ)...

2 Ağustos 2008 Cumartesi

UĞRADIN İŞTE GENE UZUN ZAMANDAN SONRA BANA


Sonsuza dek yok ettiğimi sandığım yakıcı acı içimde dirildiğinde, yeniden dirilişe olan inancım tazelenir.
Yanmak vaktidir gelmiş olan, ihtişamlı bir geliştir bu. Alevler sarar bedenimin her zerresini. Bir an kararır herşey, geçmiş tazelenir...
Hükmünü yitirir her çözüm. Sükut etsem kalmayacak dayanma gücüm. İşte medet gene sözcükleri gönderendedir. Bilirim dua vaktidir, belki anımsatma vaktidir yaşanan serüveni. Şükretme vaktidir belki gelinen noktaya.
Kalbimi serin sularla yıka, içine bir iki buz parçası sakla, onda alev olmaya aday her kıvılcımı soğutsun o buz parçaları. Bana iyilik yapabilme gücü ver, hatalarımı az doğrularımı çok eyle.
Kalbimi doğru olana meylettir.
Ve nedendir her kelebek görüşümde imrenmek sürdüğü ömre?

29 Haziran 2008 Pazar

Ne mutlu sende ( n ) olana...

Klavyenin tuşlarında gezinerek tamamlıyor parmaklarım mesaisini. Bir tuş yakınlığında blog sayfam bana. Ama ben bana Bulgaristan - Siirt uzağındayım...

Parmaklarım çocukları düşleyerek yazdığım kitap satırlarında çok itaatkar bana. Sayfalar gün gün çoğalıyor. Sevimli resimler süslüyor cümleleri. Beynim nazlansa da arada, kısa molalarla başarıyorum onu da kandırmayı. Ben, parmaklarım, gözlerim ve zihnim inanılmaz performans sergiliyoruz; ortaya çıkan kitap öğrenme isteği ve heyecanı oluştursun diye minik yüreklerde.
Aynı parmaklar ve aynı klavye tuşları blog sayfama uğradığım anda isyan bayrakalrını açıyor. Parmaklarım bırakıveriyor kendini , klavyedeki harfler daığılıp gidiveriryor biryerlere. Sayfama özlemle bakıyor gözlerim. Aylardır aynı sözcükler sürdürüyor orada saltanatını. Oysa ne çok şey yaşandı dile gelmeyi hak eden...
Sen'den uzaklığımla kendimden uzaklığım doğru orantılıdır bilirm ben. Parmaklarımın itaatsizliği, harflerin bir araya gelmemek için gösterdiği çaba da hep bundan. Uzak olmaktan... Bulgaristan - Siirt uzaklığında özüm bana...
Şimdi boyun büktürebilmişken hem parmaklarıma hem tuşlara dünyanın en güzel cümlelerini kurmak istiyorum sana. Bilirim riya izi bulaşacaktır çoğuna ama riya değil midir ihlasın geçit kapısı...
Özlerinin sen olduğunu kavramayı başarmış olanlara başaramamıştır çelme takmayı ne bir keder ne de firak acısı. Dünya küsmüş de sen razısın diye ehemmiyet vermeyenler olmuş buna. Parmakalrını sadece seni anlatmak için itaate zorlamış birileri. Benim çocukalrı düşleyen parmaklarım, onların seninle bağını koparanların ademe mahkum hallerinden muzdarip parmakları olmuş. Onların da benim de parmaklarım hep yazmış...Yazmak onları yakınlaştırmış, beni ise uzaklaştırmış. Satırlar çocuklara yaklaştıkça, ben benden uzaklaşmışım...
Dağılmaya hazırlanıyor işte gene harfler, parmaklarım da pervasızlaştı gene. Dillendirecektim oysa ben varlığının güzelliğini.
Benden bana hep kusur ve noksan vardır. Tüm güzellikler sendendir. İçimdeki acının sebebi sende gizli. Bilirim gelmesi gerektiği anda uğrayacaktır o bana. Şunu da bilirim herşey gibi o da fanidir. Kaza anıdır beklenen, bilirim...
Yaklaştır beni kendime. Çünkü bilirim kendime yakınlığım sana yakınlığımdır. Şah damarımdan yakın kıl beni kendime...
Hz. Yunus'un duası duam olsun.
'' Sen'den başka ilah yoktur. Sen sübhansın, bütün noksanlardan ve kusurlardan münezzehsin. Muhakkak ki ben zalimlerden oldum, kendime yazık ettim... ''
( Enbiya Suresi, 27 / 28 )




15 Nisan 2008 Salı

Yaklaştır beni(bizi) kendim(iz)e

Kendimize uzaklığımız bize şah damarımızdan yakın olana uzaklığımızla doğru orantılıdır her zaman.Ondandır kendini bilenin O'nu bilmesi.

Ne çok özledim gene kendimi,O'nu, okumayı, yazmayı...
Uyuduğum anlar dışında haftalardır dönüp bakamıyorum kendime.Gidilecek yerler,yüreğine dokunulacak öğrenciler,yazılacak sorular hiç bitmek bilmedi.Ruhum çığılık çığılığa ama ben ona tıkıyorum inatla kulaklarımı.Var olan enerjimin azlığına aldırmadan büyük işlere soyunuyorum.Yolda yürürken takatsiz kesilen ayaklarıma aldırmıyorum, naz makamındasınız siz deyip geçiyorum.Midemdeki asit arttırıyor olsa da dozunu ben süper girl olmaya devam ediyorum.
Kendime olan uzaklığımdan olsa gerek uzağım baharın gelişinden de.Laleleri seyretmenin hakkını veremiyorum.Ağaçlarda beliren çiçeklerin güzelliğine hayret edecek vakit bile yok.Beni benden alış maratonu sanki yaşadığım.Ortaya güzel bir iş çıksa ne çıkar bu yoğunluktan, ben bana, ben O'na hasret iken...
NOT:Bitti ikinci kitap da sonunda.Ama değer miydi bu O'ndan bir an uzak kalmaya ...


3 Nisan 2008 Perşembe

KABZ

Kalbimin olabildiğne buyruk davrandığı anlar vardır.Akıl gücümü sonuna kadar zorlamak bile o anlarda dizginlemeye yetmez onu.Beynime inat kalbim tüm hislerimin kontrolünü geçirir eline.

Ve ben bilirim ki kabz halinin ziyaret vakti gelmiştir.Kabz ruhumda tüm yeteneği ile belirecektir.Daralmanın yakıcılığını anımsatıp bastın ferahlığını anlatacaktır.
Daralma anları aslında gerçeğe en yakın olduğumuz anlardır.Bir anda yitirir herşey değerini.Ve biz yakın bildiğimiz herşeyden uzaklaşırız.Tanıdık gelen pek çok şey yabancılaşır bir anda.Tüm dizginlerin elimizde olduğunu düşündüğümüz anlar da geridedir artık.Fark ederiz boşuna yüklendiğimiz yüzlerce yükü...
Anlam yüklediklerimiz anlamlarını yitirir böyle anlarda, anlamlandırmadıklarımız ise en derin manalarıyla çıkar ortaya.
Büyük dert dediklerimizin küçüklüğünü görür, dert edinmediklerimizin ise asıl derdimiz olduğunu anlarız.
Yüzümüzü O'na dönüp,O'nu en derin duyumsadığımız, O'nun varlığına olan inancımızı bir kez daha tazelediğimiz anlara gebe olan tek anlardır kabz hallerimiz.Ellerimizi yer çekimi kuvvetinden kurtarıp gökyüzüne kaldırdığımız an kalbimiz aklımızla barışır,rahmet yağar sağnak sağnak ötelerden.
Anlarız ki O bize darılmadı, bizi terk etmedi de (tüm kusurlarımıza rağmen).
Ben beni bıraktığımda, sen beni bırakma Allah'ım.

1 Nisan 2008 Salı

Sözcüklere gizlenen rahmet


Yazmak irade işi sanmasın kimse sakın.İhtiyacımıza göre verilir sözcükler emrimize ve biz ne kadar zorlarsak zorlayalım izin verilmediği sürece içimizde olup bitenleri yansıtabilecek cümleyi bir türlü kuramayız.
Yazmak, ne çok şeyin ifadesi oldu benim için.Ben arayışımda beni BAN'A götüren adımlarım oldu sözcükler.Sevincim, hüznüm ,acım,mutluluğum sözüklerin etrafında örgülendi hep.BENİMLE yeniden buluşma hayalimi canlı tuttu sözcükler hep.Herkes benim bildi söcükleri oysa hepsi sadece bir armağandı bana verilen.
Yükümü hafifletmeme yardım eden rahmet emareleriydi sözcükler.Yangının hükümünü hafifleten serin sulardı onlar.Umutsuzluğu umuda dönüştüren dallarım,yüzüme tebessümü konduran yoldaşlarım oldu kelimeler...
Şimdi görev tamalandığından belki sözcükler kaçmakta benden, yakalayıp bir araya getiremiyorum onları.Böyle anlarda anlıyorum bir kez daha sözcükler üzerindeki gücümün ne denli sınırlı olduğunu.Ve rahmetin büyüklüğünü de anlıyorum,ihtiyaç anında emrime amade kılınmış meğer harfler, kelimeler ve cümleler.
Ve ben bunca rahmete karşın teşekkürde hep geciken oldum...
Şimdi bana rahmet olan tüm sözcükleri yüreği yangınlarda olan bir annenin kalbine göndersen.İçindeki yangın sözcüklerle hükmünü yitirse,kalp kırıklığı sarılsa kurulan cümlelerle.Ayrılık acısı , o büyük günle gelecek vuslat inancıyla hafiflese.Özlemin yürekte oluşturduğu yangının alevi sönse.Dayanma gücü olsa sözcükler kırgın bir yüreğe.
Gönül koymam işte o zaman benden giden sözcüklerin hiç birine.Gidin ve umut olun, güç olun, rahmet olun ,serin sular olun yanan başka bir yüreğe.

Dila'dan söz etmiştim size pembedenizde daha önce.Tek yürek olalım, iyileşmesini dileyelim, göğe yükselsin dilekelrimiz demiştim hani.Başaramadı Dila ama biliriz ki biz rahmet herşeydedir...

9 Mart 2008 Pazar

Bana değil bu şarkı

Saçımın tek telinde yoktur takılı bir papatya,
Çocukluk yıllarımda papatyadan yaptığım taçlar kadar uzağımdadır şimdi benim o,
Gelen bahara inat kaymaz gönlüm onun ne sarısı ne de beyazına...

Baharın gelişi,insan olmanın hakkını verebileceğimiz duygularımızı canlandırsın yeniden.Canlandırsın ki biz dünyayı daha yaşanılır kılabilelim.

28 Şubat 2008 Perşembe

YARe


Derinliklerimizde özenle sakladığımız yaralarımız vardır.Varlığını çoğu kez görmezden geldiğimiz, iyileşti deyip aksini kabul etmek istemediğimiz yaralı yanlarımız vardır.Kendimizde belki de en çok özen gösterdiğimiz yanlarımızdır onlar.Onları her türlü etkiden uzak tutmak için elimizden geleni yaparız.Hafızamızın belli bölümlerini nadasa bırakırız, unutabilme yetisinden medet bekleriz.Geçen zaman iyileşme sürecimize geri dönülmez mesafeler aldırır sanırız.

An olur bir ses, bir nefes ,bir koku bizi yaralandığımız ilk ana götürür.Geçen zamanı yalanlar gibidir yaramızın sızısı.Hayatla bir an bağımız koptu sanırız, yer ayaklarımızın altından kayıverir.Hüküm süren sadece ruhumuzdaki yangındır.Tazelenir tüm acılarımız, aynı girdabın içine girdik sanırız ve bunun korkusu nefesimizi keser bir an.

Yeniden düşünürüz yaşanan süreci, bir bir gelir gözümüzün önüne yaşananlar.Sözcükler hançer gibi sanki yeniden saplanır yüreğimize.Şaşırtır bizi aynı sözcüklerin tekrar tekrar yaralayabilme özellikleri.

Tüm bu karmaşa içerisinde bize ayan olan bir gerçek daha vardır,yara açanın değersizliğidir o.Ve biz tahtından bir kez daha indiririz onu.Bu tacın sonsuza dek ondan alınışıdır aynı zamanda.İadesi mümkün değildir ona önceden verilen hiçbir ünvanın.

Yüreğimizi hafifletir helal etmek ona hakkımızı yaşanan onca şeyden sonra.Yüreğimizin hafifliği kadar hafiftir bizde artık onun değeri.Bizde çalacak ne bir kapısı ne de kalbimize hitab edecek bir sözcüğü kalmıştır onun.

Yaralarımız en az özümüz kadar bizimdir.Biz onlarsız ,onlar bizssiz anlamsızdır, eksiktir.Onlar bizi büyütenlerdir, en kalıcı öğrenmeleri bize kazandıranlardır.Ve vardır her yaranın bir ilacı ;yüzünü O'na dönebilene...

Hayatınızda yüzünüzde tebessümler oluşturan dostlarınız varsa, yaşadıklarınız onların da yüreğinde titreşime neden oluyorsa yaralarınızı çarçabuk iyileştirmek için çook nedeniniz var demektir.

Dost zenginiyim ben :) ;milyonlarca kez teşekkür ediyorum SAN'A bana bu kadar cömert davrandığın için.Tüm dostlarımı ve SEN'İ çok seviyorum.

18 Şubat 2008 Pazartesi

Bu da benim çocukluğumdan :)



Bizi ışık hızı ile çocukluğumuza götüren sesler, görüntüler, kokular vardır.Hangi durumda olursak olalım onlarla buluşmamız çocukluk yıllarımızla da yeniden buluşmamız olur.
Yıllarca çocukluğuma dair sahip olabildiğim tek şey sadece hafızamda kalan anılar ve yüreğimde onların oluşturduğu buruk hüzün oldu.Ne okul arkadaşlarım ne de aynı mahallede oturduğumuz çocuklar biliyordu benim çocukluk kahramanlarımı.Menekşeli dondurmanın tadı da menekşe aromalı mor şekerler de herkese yabancıydı.Boşunaydı coşkuyla kır menekşesini ve yatmadan önce izlediğim çizgi filmlerdeki kahramanalrı anlatmam, dinleyen hiçbir arkadaşıma bulaşmıyordu benim heyecanım.Anlattıklarım onlara yabancıydı çünkü...
Bugün beni geçmişe götürüp yüzümde tebessüm oluşturan bir çocukluk kahramanımla karşılaştık.Çok özlemişim onu.Ve şimdi onu anlatmak için coşku dolu sözcüklerle yetinmek zorunda değilim sadece.İzleyin bakalım.Belki bir kıpırtı da sizin yüreğinizde oluşur.

Not;Seksenli yıllarda çok popüler olan bir Rus çizgi filmi.Şarkıdan satırlar:
''ben akordiyonumu çalıyorum,
yoldan geçenlerin gözü önünde
ne yazık ki doğum günleri yılda bir kere

arkadaşım sihirbaz uçup gelecek mavi helikopterde,
ve ücretsiz film gösterecek
doğum günümü tebrik edecek ve ihtimal ki
bana hediye olarak 500 eskimo(dondurma) bırakacak
ne yazık ki doğum günü yılda bir kere"
(youtube da çeviren frenzoece)

16 Şubat 2008 Cumartesi

Kültür dergisi ?

Nazan Bekiroğlu'nun kalple kelimelere dair yaptığı bir tespit vardır.Ona göre kalp sonzuz duyuşla yüklüdür ve kendini ifade için de sınırlı olan sözcüklere mahkumdur.
Kalpteki sızıları , onda kopan fırtınalrın şiddetini azaltan tek şeydir sözcükler.İçte yaşadıklarınızı dile getirirsiniz, bir yol açarsınız onlara akıp gitsinler diye ve hafifletirsiniz yüreğinizi.
Acınızı da neşenizi de daha taşınabilir kılarsınız sözcükleri kullanarak.
Sizin bir araya getirdiğiniz sözcükler en az parmak iziniz kadar sizindir.Mahreminizdir, özelinizdir.Yaşadıklarınızın tanığıdır onlar.
Sözcüklerinizden oluşan yazıalrınız da sizin özelinizdir.Onların neyi ifade ettiğini en iyi siz bilirsiniz.Kimsenin onalrı okuyuşu sizinki gibi değildir.Sadece siz bilirsiniz oradaki sözcüğün kalpteki hangi titreşimden geldiğini.Yazılarınız anılarınızın, sizi siz yapanların ta kendisidir.
Ve yoktur kimsenin hakkı onları sahiplenmeye...
İki gün önce bana ait bir yazıyı başka bir sitede gördüm.Ve inanamadım, kaynak belirtilmemiş hatta sayfanın sol kısmında son yazdıklarım kısmında aynı yazı başlığı var.Yazı olabildiğince kişisel hayallerle ilgili, gerçekleşmesi yıllar süren bir hayali anlatıyor.Benim için özel, anlamı da bende saklı.
Mail attım site sahibine.Aldığım yanıt :

Merhaba...

Bu kadar paniklemenize gerek yok.Her şeyden önce bu dergi seçici davranan bir dergi.Deneme çok güzel olduğu için alındı.Art niyet olsaydı isim yayınlanmazdı her şeyden önce.Bana gönderilen mailler arasında bu denemede vardı.Beğendinm ve alıp yayınladım.Amacımız kendisine edebiyat dergilerinde yer bulamayan insanlara destek vermek.Eğer sizin göndermediğinizi bilseydim yayınlamazdım.Bundan dolayı sizden özür dilerim.Yazınızı kaldırıyorum hoşçakalın.,


Çok iyi niyetli olduğunu söyleyen bu arkadaşlar denemenin altına ne yazık ki isim belirtmeyi unutmuşlar.(kaldırılan deneme dışındaki iki yazı hala sayfada )Hatta arşiv bölümlerindeki diğer yazılara da isim eklemeyi unutmuşlar.Yazılara yorum yazdım yayınlanmadı.Mail gönderip sorunun çözülmesini istedim aldığı yanıt:

Canımı sıkmayın olurmu?Elinizden geleni ardınıza koymayın...Yazılarını sevsinler...

Yazma serüvenim ben arayışında başka bir şey değil.Her harf katibine dair ip ucu verir.Harfeler ben'in ip uçları aslında.Bize çok iyi niyetli ve basit gelen bir eylem bir başkası üzerinde olumsuluklara neden olabilir.Hakkımız olmayana el uzatmak hırsızlıktan farklı bir eylem değildir.
Canı çok sıkılmış olan iyi niyetli arkadaşımız hakkı olan sınırlar dahiline iyi niyet sergilese belki can sınkıntısını da giderir.
Bloglarda yazan arkadaşlar sitedeki yazıları gözden geçirmenizi önerirm.Kim bilir belki size de destek olmayı istemiştir bu KÜLTÜR dergisi.
(Yazılar kaldırılıdgından linki kaldırdım.)
Bu yazılar eminim size de tanıdık gelmiştir :).Ben isim göremedim siz de bakın varsa bana nerede olduğunu söyleyin lütfen.Hepinize sevgiler...
AYLAKADAM seni şimdi daha iyi anlıyorum :)

9 Şubat 2008 Cumartesi

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ...

Yüreğini masallar diyarında büyütebilmiş olanların diğerlerinden çok daha şanslı olduğuna inandım hep.Masalların ortak özellikleri vardır.Tüm masal kahramanları ağır sınamalardan geçerler, haksızlığa maruz kalırlar kimi zaman ,ve tüm beşerlerde olduğu gibi bol hüzün barındıran anlar eşlik eder onlara da.Doğrulardan taviz vermedikleri müddetçe masallardaki kahramanların sonu aynıdır;zafer kazanıp-mutlu olmak.
Masallardadır iyiliğin kötü olana her daim galip gelebilmesi.Masallar eşliğinde büyüyenler farkında olmadan masallardaki değerleri nakış nakış işlerler yüreklerine.Masalların onlara armağanıdır iyliğin her daim galip geldiğine olan inançları ve masallardan kalan bir mirastır masum bir çocuğu içlerinde sürekli barındırabiliyor olmaları.
Çocukuğum yüzlerce masal kahramanın hayali arkadaşlığıyla geçti.Anneannem ve teyzelerim masal zengini kimselerdi.Her gece masal anlatacak birini bulmak mümkündü köy evinde.Okula başlama vakti geldiğinde annemlerin yanına taşındım okumayı sökünceye kadar masallardan mahrum kaldım orda.Galiba şehir hayatıyla iş temposunu bir arada götürenler masallara ayıracak vakit bulamıyorlardı.Okumayı öğrenir öğrenemez Grim Kardeşler ve Anderson masallarının büyülü dünyasında buldum kendimi.Hayal gücüm hiç sınır tanımyordu , olmazlara yer yoktu hayatımda.Pervasızca hayal kurardım, sihirli değneklerim ,gerektiğinde uçmamı sağlayan kanatlarım olurdu.Üzüldüğüm anlarda kahraman gibi hissederdim kendimi güzel davarandıkça kazanacağıma inanırdım.Can sıkıntısı nedir bilmezdim.Kurulacak bir hayalim, düşüleyecek bir masal kahramanım olurdu hep.
Tatilde yeğenimin yanındaydım, yolculuk boyunca onu masallarla uyutmayı düşledim.Ve daha ilk masalımda fark ettim ki masal kahramanlarımı bir araya getiremiyorum, yaşadıkları maceraları birbirine karıştırıyorum.Derin bir sızıya neden oldu Zeyenep'e anlatacak bir masalımın olmadığını fark etmek...
Masalların bana bıraktığı mirası derinliklerimde hissediyorum hala ve kaybetmedim de onlara olan inancımı.Sadece derinden beni sarsmasına izin verdiğim olayların hafızamdaki güzellikelri derinlere gömdüğünü ve hafızmın tahtına kurulduklarını fark ediyorum.
Ben yeniden okumya koyuluyorum tüm masalları ,okudukça öze yaklaştıracakalrından kuşkum yok beni.
Masallara merhaba yeniden, Zeynep'lere anlatacak masalarım olsun ve bir masal mirası bırakabileyim diye onların da yüreklerine...

30 Ocak 2008 Çarşamba

ÇEMBER



Varlığımızı sürdürdüğümüz bir çemberimiz vardır.Tüm rutinlerimiz , özellerimiz , sevdiklerimiz sevmediklerimiz onun içindedir.Sevinçlerimiz , hüzünlerimiz de içindedir bu çemberin.Nereye gidersek gidelim, gidebildiğimiz her alan aslında çemberimizin kuşatması altındadır.Ve dışına çıkmak çemberin ancak miadımızı doldurmakla mümkündür.

Kendimizi kandırırız bazen , yolculuklara çıkarız, gidilebilecek en uzak noktayı hedef seçeriz ve çemberin dışına çıkmayı başardık sanırız.Tekerleklerin geride bıraktığı her kilometre bizi çemberimizin dışına çıkarıyor sanırız.Oysa her kilometre çemberdeki alanın ta kendisidir zaten.

Okul sonrası ilk işim valizimi kapıp kendimi otobüse atmak oldu.Telefonumu kapatım ve bir hafta boyunca bana çemberimi hatırlatacak herşeyden uzak olmak, bir mola hakkı kullanmak istedim.Otobüs koltuğuna ilk kurulduğum an tüy kadar hafiflemiş hissettim kendimi.Tüm telaş ve koşuşturmaca geride kalmıştı.Artık ne kopyalanacak cd ne hazırlanacak materyal ne okunacak kağıt ne de gidilecek toplantı kalmıştı.Yeni aldığım mp3 ümü taktım kulağıma sevdiğim şarkılar eşliğinde ,hayaller dünyasına saldım kendimi...

Malatya'ya geldiğimde de Zeynep'in kollarına bıraktım kendimi :).Pıtırcığım benim unutmamış teyzesini.Görmeyeli de pek bir marifetli olmuş.Artık beraber şarkı söyleyip dans ediyor ve masal analtıyoruz birbirimize.Kar tanelerini izliyoruz camdan, kargalara sesleniyoruz üşüyüp hasta olmasınlar karda diye.Yakalamaca ve saklambaç oynuyoruz ve çook mutlu oluyoruz.

Biliyorum kuşatması altındayım çemberimin :) ama ben gene de bir hafta onun dışında sayıyorum kendimi hem de gelen tüm telefonlara inat :).

İstanbul'a döndüğümde beni bekleyen tüm koşuşuşturmacayı anımsamayı reddediyorum !!!

Üstelik yolların kapalı oluşundan dolayı ertelenen döüşüme bile sıkmaya niyetim yok şimdi canımı.Ben çemberin dışında olmanın tadını çıkarıyorum.

Çok görmeyin ne olur , sadece bir mola hakkı kullanıyorum hepsi bu ...



NOT;sedaİstan 'ın bloguna ulaşamıyorum yeni adresi de yok :( .sedaİstan tarafımdan aranıyor , duyan bilen varsa bir bilgilendiriverse mesud olacağım.


BANA İYİ TATİLLER :)

15 Ocak 2008 Salı

aidiyet duygusunu ya da kendini yitirmek

Aidiyet duygusunu yitirdiğimiz anlar vardır.Yeryüzündeki hiçbir coğrafyaya ait hissedemeyiz kendimizi.Her yer yabancı ,her yer bize huzur vermekten uzaktır.
Binlerce dakikayı geçirdiğimiz mekanlar da birden bildik olma sıfatını yitirirler.İnsanlar da bir anda bizim çok uzağımızda kalıvermiştir.Ne onlara aitizdir ne de onlar bize...
Aidiyet duygusunu yitirmek aslında kendi çıplaklığımızla kalış anımızdır.Eşyalar, insanlar,tatlar bizden uzaktır.Duyumsanan sadece bizizdir.Biz ve ait olunandır aşikar olan.
Böyle anlarda biliriz nedendir dünyaya sığamayışımız kimi an.Dar kılınışı nedendir dünyanın bize, herşey yabancılaştığı zaman anlarız.
Bize ait olanları yitirmek aslında bizim ait olduğumuzu düşündürür bize.Çözeriz aniden gelen yabancılaşma hissi nedendir...Ve fark ederiz bir kez daha özden uzak olan aidiyetlerin yok oluşu anda gizlidir.

7 Ocak 2008 Pazartesi

YORGUN BİR ÇOCUK İÇİMDE

Yorgunluğu iliklerime kadar hissetiğim anlar olur benim.Bedenim değildir yalnızca yorgunluk sancısı çeken.Sanki bana ait olan her zerre bunu ayrı ayrı duyumsamakta.
Kendimle kalmak ve bana ait olanlara kulak vermek istiyorum.Benden uzaklığım O'ndan uzaklığımla doğru oranıtlıdır, bilirim ben.Hatta yorgunluk sebebimin kendimle olamamkla ilgili olduğunu da bilirim.Yüzlerce öğrenci, yazılı kağıdı ve nefsime ağır gelip de haftada en az üç defa kurmak zorunda kaldığım cümleler arasında kaybolduğumun da farkındayım.
Sabah uyandığım an ile gecenin gelişindeki anın farkındayım sadece bu ara.Uyanıyorum ve start alıyorum, servis-okul-ders-ödev takibi-öğrenci görüşmesi-yazılı-tenefüs-servis-toplantı-seminer-ders...Gece yarısını geçmiş işte yine çoktan oysa yapacak ne çok şeyim vardı benim...
Kendimi duyumsayamadığım anlarda bir çocuk belirir hep içimde.Yüreği hayatla tanışalı henüz iki üç yıl olmus saçları kar beyazı, taraklara düşman olacak kadar da kıvrımları olan o beyaz saçlı kızın yüreğidir yüreğim o anlarda.Savunmasız, saf ve kırılgan.Tüm takvimlere ve yetişkin tanımlarına inat öylece durur o içimde.Her zamankinden alıngan, her zamankinden hassas olmama nedendir büyüyememk.Ve yorgun anlarım yetişkinliğe olan mesafemi uzatır.Hayat bu deyip geçemem olan hiç bir şeyi.Ve yorgunluğuma yorgunluk katarım...
Mola hakkımız keşke sadece belirli vakitlere hapsedilmemiş olsa.Kendimizden uzaklaştığımız an mola hakkı isteyebilsek.Büyütsek içimizdeki kırılgan yüreği.İlgi göstersek içimizde beliren o saf ve düzeni algılamakta zorlanan miniğe.Biz içimizdeki çocukla bir bütün olup özümüze yaklaşsak.Bilsek bizi bilmenin O'nu bilmek olduğunu.VE bilsek yorgunluk sebebimizin aslında O'ndan uzak olmak olduğunu.

24 Aralık 2007 Pazartesi

kaç(a)mak


Kaçıp gitmek, geride birkaç günlüğüne bırakılan bir okul, yüzlerce öğrenci, ödemesi ertelenmiş faturalar ve dağınık bir ev bırakmak.İşte kaçarken geride bırakabileceklerimiz bundan ibarettir.Geride kalanların hiç biri bizim bir süreliğine de olsa üzerimizden atmak istediklerimiz değildir oysa.
Otobüs koltuğuna yerleşiriz keyifle, yolculuklarımızın vazgeçilmezleri olan çikolata, bisküvi, okumayı planladığımız kitabımız yol arkadaşlarımızdır.
Yolculuğumuzun ilk anlarındaki kolonya ikramı seyahat başlangıcının habercisidir .
Terminal çıkışı alınan çıkış belgesi bizim tüm yüklerimizden uzaklaşabilmemizin resmi onayıdır. Tekerlekler hızla dönerken alınan her kilometre bizi biraz daha uzaklaştırır rutinlerimizden. Bir an her şeyden azat edildik sanırız. Beynimizdeki tüm düşünceler sanki resmi tatil hakkı tanımışlardır bize. Pencereden seyrettiğimiz hızla değişen kareler bizi düşüncelere daldırır.Değişen manzaraya ayak uydurmak istercesine hafızamız geçmişe bir yolculuğa çıkarır bizi.Anımsarız yaşadıklarımızı, hüzünlerimizi ,neşemizi.Bir bir anılar
çıkar hafızamızın sahnesine. Geride bıraktıklarımız aslında kaçmak istediklerimizi çoğalmıştır.Biz kendimizle kalmışızdır, ne yetişilecek ders, ne bakılacak telefon, ne de dolanılacak net sayfası vardır elimizde.Kaçış yoktur kendimizden.Yolculara bakıp hayalimize egzersiz yaptırmanın da bir anlamı yoktur.Çünkü bundan sonra artık her manzara bize bizi düşündürür.Baktığımız her şeyde kendimizi düşünürüz.Biz bize farklı duygular yaşatırız.Aynı bene kızarız, aynı beni sorgularız, aynı bendir ümitsizliğe düşüren bizi ve aynı bendir umuda yeleken açtıran bize.Biz bizim ve bırakmak istediklerimizin kuşatması altındayızdır.
Pencereden dışarı bakarız bizden uzaklaşabilmek için, gökyüzü ve denizdir sadece görünen.
Kocaman gemilerin su üstünde durabiliyor olmalarına hayret ederiz. Gecenin bir vakti yıldızlara deniz üstünden bakabilmenin heyecanını yaşarız.Hz.Yunus gelir aklımıza.Balık karnında iken yitirmemişti ya umudunu.Denizin ortasındayım ben de diyerek yürekten isteriz O’ndan.Kalbimiz biraz buruk, ruhumuz daha dingindir.Bir süre sonra göz kapaklarımız ağırlaşır , evlerinde yataklarına boylu boyunca uzanıp uyuyabilen insanların ne kadar şanslı olduğunu düşünerek teslim ederiz kendimizi defalarca bölünmeye mahkum olan uykunun kollarına

18 Aralık 2007 Salı

:)

Bayram günleri O'nun katında kampanyaların bol olduğu günlerdir.Bol bol bonus puan toplamak için verilen fırsat günleridir.Lütfen bonuslar toplayalım, bonus toplamak için yarışalım.Bir çocuğa bayram kıyafeti alalım, kapısına hüzün dolu gözlerle bakanların kapısını çalalım, birer tebessüm dağıtalım kırgın yüreklere, affedelim, af dileyelim.
Yüreklerimiz dile gelsin, İSTEYELİM, vereceğinden kuşku duymadan isteyelim.Kendimiz için istediğimizi tüm insanlar için isteyelim.Bayram neşesi serpilsin tüm yaşantımıza.Topladığımız bonuslarımız da karımız olsun geriye kalan bayramdan :).

17 Aralık 2007 Pazartesi

ROSSİ, MİMİ, BEN VE DÜŞLERİM


Düşler vardır kökleri kendinizi anımsamaya başladığınız o ilk anlara kadar uzanır.Düş kurma eylemini en ustaca yapabildiğimiz , düşlerimizi gerçeklik sınırıyla daraltmadığımız hayallerimizdir onlar.Yürekten gerçek kılabileceğimize inandığımız hatta hayal ile gerçeklik sınırını sık sık karıştırdığımız düşlerimizdir onlar.

Hayal kurmanın hakkını sonuna kadar verdğimiz hiç bir düşümüz düş kalmaya mahkum değildir.Onun gerçeğe açılan bir kapısı vardır mutlaka.Biz düşlemekten vazgeçtikten yıllar sonra bile olsa bir gün o kapı aralanıverir.Davetsiz bir misafir gibi en umulmadık anda düşümüzün gerçekliği sızar gerçekliğin kapısından.Usul usul girer içeri ve düşümüz düş olma özelliğini yitiriverir bir anda.O artık geçeğin ta kendisidir.Yıllar önce ektiğiniz isteme tohumlarının neşv_ü nema bulmuş halidir.

Çocukluğumun ayrılmaz bir parçası Rossi Kirilova ve onun şarkıları.Karakterimin büyük bir kısmı onun şarkı sözleriyle şekillendi.Hal ve harektelerime onunla karşılaşabilecğim hayalini kurduğum anlarda derhal çeki düzen verirdim.Yeterince iyi olmayı başaramazssam onun beni hiç sevmeyeceğinden korkar ve şarkılarında verdiği mesajları hayatıma geçirmeye çalışırdım.Tüm hediyelerim onunla ilgili olurdu, onun plakları, posterleri, gazete küpürleri :).

Çok sıkıldığım anlarda durmadan ona anlatırdım yaşadıklarımı ,bir gün ses bulacağına inanırdım sessiz cümlelerimin.Göç (1989) sonrası düşler, düş kurabilme yeteneğim kayboldu bir yerlere.Dinlemeden edemediğim şarkılar yıllarca suskun kaldı.Anneannem, arkadaşlarım hepsi bir anda çok uzaklarda kaldı.Alıştığımdan farklı sessiz cümleler dolandı durdu zihnimde ve ben büyük düşümün sonsuza kadar sadece düş olarak kalmaya mahkum edildiğine inandım.

Sadece düşten ibaret olacağına inandığım başka düşlerim de oldu benim.Yıllarca bulgar arkadaşlarıma ulaşma hayali kurdum, hiç değilse bulgar bir arkadaşım olsun istedim.Ne aradıklarıma ulaşabildim ne de bulgar bir arkadaşım oldu.Bu düşümü de düş olmaya mahkum olanlar rafına kaldırdım.Cömertliğinden şüphe ettim belki de...

Ondokuz yıl sonra rafa kaldırdığım düşlerim gerçekliğin kapısından giriverdi hayatıma.Hazırlıksız yakalandım, habersiz gelen eski bir dostun uğraması gibiydi gelişleri.Çook eskilerden esintilerle gelmişlerdi.Buram buram çocukluğumu getirmişlerdi gelişleriyle.O'nun cömertliğinin ispatıydılar, O'nun büyüklüğünün birer nişanesiydi onlar.Haykırıyorlardı ''Vermek istemese, istemek vermezdi.''...

Bir gece google arama motoruna çocukluğumdaki şarkıcının adını yazdım.Myspace sayfası cıktı karşıma, günlerce heyecanla dolandım sayfada.Nihayet hatırı sayılır bir zamandır bende duran sessiz cümleleri bir araya getirdim ve mail gönderdim.Yıllardır adresine ulaştırmadığım kelimeleri bir bir sıraladım, gecikmiş bir teşekkürle noktaladım yazdıklarımı.Ertesi gün maillerime bakmak için teneffüs arası bilgisayar başına geçtim, cevap almam 12 saatten az sürmüştü.Mutlu oldum, içimdeki sessiz cümlelere vefalı davranmış onları gerçek sahiplerine ulaştırmıştım, o da bunlara kayıtısz kalmamıştı.Şimdi yazışıyoruz arada :).Bir çocukluk düşü aynı ülke topraklarında yaşarken gerçek olamamıştı ama onca ayrılık ve hüzünden sonra ve artık farklı dillerin egemenliği sürereken bizde geçekliğin kapısından girivermişti işte.

Rossi'nin sayfasından Maria'ya ulaştım.Bulgaristan ve arkadaş özlemimi yazdım ona.Gecikmedi yanıtı, kapıları açık bir arkadaş buldum.Yüreği sıcacık, aynı şarkılar ve aynı masallarla büyümüş bulgar bir arkadaşım oldu.Yüreklerimizin dili aynı , ırkımız , dinimiz dilimiz ayrı olsa da...

Hayaller kuralım, hakkını sonuna kadar verelim hayal kurmanın.Gerçeklik sınırına takılmayalım hiç.Gün gelir tohumunu attığınız düşleriniz ansızın çalıverir kapınızı.Ben gibi şaşırır kalırısınız, hazırlıksız yakalanırsınız ve en önemlisi de O'nun cömertliği karşısında iki büklüm olursunuz,umut kestiğiniz için düşlerinizden :)

24 Kasım 2007 Cumartesi

İŞTE BUDUR YAŞAMAK :)


Öğretmen olmak, kendimi bildiğimden beri en çok hayalini kurduğum ve durmadan Sen'den gerçek kılmanı diledğim tek hayalimdi.Sebeplerin sükut etiği bir dönem oldu lise yıllarım.Ne öss hazırlık kitabı ne dersane mümkün olabildi benim için.Yürekleri engin hocalarım, hayalini o zaman kurduğum öğrencilerimin heyecanı, gayretim ve Sen'den isteyebilmekti sadece elimde olanlar.
Eğitim fakültesini kazandığımı öğrendiğim andaki heyecanım yüreğimde kıpırtıya sebeptir hala.Fakülteden mezun olduğum günün coşkusu hala yüreğimde tazecik, minik bir adım kaldığını biliyordum artık hayalini kurduğum öğrencilerime.
Gün geldi heyecan ve meraklı gözlerle bana bakan öğrencilerin arasında buldum kendimi.Mesuliyetimin farkındaydım, her yüreğe dokunabilmeliydim.İtiraf etmeliyim hakkını verememekten çok korktum bunun.Ama kendimce en güzel olanı yapmaya çabaladım.
Yıllar geçti çok yürekler geldi karşıma.Her biri ayrı bir dünya, her biri ayrı bir değer.Kalp kapılarımı sonuna kadar açık tutmaya çabaladım.Onların kalp kapılarını çaldım, sızmak istedim içeriye.Her kalbe güzel ahlak ve muhabbet tohumları ekmek istedim.Bana direnen öğrencilerim oldu, gün oldu yanlış meslek mi seçtim diye sorguladım kendimi.Pes etmenin kıyılarında dolaştım gecelerce.Okul çıkışı evin kapısını açar açmaz sesimi kısma gereği duymadan ağladığım günler oldu.
Gün oldu küçük bir kağıda yazılmış öğrenci notları sildi tüm sisleri, yanağıma kondurulan bir öpücük güneşi gökyüzüne geri getirdi.Umut tohumları ekti yüreğime kapıma bırakılan çiçekler en umutsuz anımda. Sen, yol almama izin verdin hep.
Binlerce duygu yaşattın bana, hüzünün doruklarında da coşku ve mutluluğun zirvelerinde de dolandım öğrencilerimle.
Coşkuların en büyüğünü yaşadım bu yıl.Öğrencilerimin kalplerine dokunmama izin verdiğin için(ki ben hiç bir şey yapamaışım dedim yıllarca) tüm zerrelerimle teşekkür ederim sana.Bu yıl verdiğin armağanla biliyorum ki kalbe atılan hiç bir dokunuş değildir boşa.Ve tüm varlığımla inanıyorum ''Sen tohum at, o vakti geldiğinde neşv-ü nema bulacaktır'' sözüne.
İlk yılki öğrencilerimin yüreklerine dokunamadığımı düşündüm hep, hiç ulaşan olmamıştı bana.Yıllar sonra aldığım mailler ışık oldu , pes etmemek için nedenim oldu.Şimdi biliyorum dokunulan her yürekten haberdar olmak zorunda değilmişim meğer ben.Benim işim sadece dokunmaktan ibaret olmalıymış:)


SELÇUK'tan
Hocam, sizi unutmak mümkün değil inan ki. Geriye dönüp baktığımda hatırladığım ender hocalardan birisiniz. Benim üzerimde çok büyük hakkiniz var. Çok şey öğrendim sizden. "Herkesin hayatını değiştiren bir öğretmeni mutlaka vardır" sözü doğru aslında.. :)Bizim sınıfla ilgili "keşke" dedikleriniz nelermiş merak etmedim değil doğrusu.. Siz bizim için çok fazla şey yaptınız zaten.. :)Bizimkilerin neler yaptığını kısaca söyliyeyim size isterseniz.. Selen şimdi öğretmen oldu. Siirt'te. Öğretmenlik çok zor meslekmiş Selen'e göre. Depresyona girmek üzereymiş :)Esra Sivas'ta ingiliz dili ve edebiyatı okuyor. Son senesi. O da okuldan bıkmış durumda.Ferit Çukurova üniversitesi ingilizce öğretmenliğini bitirdi. Bu sene atanamadı. İkinci atamalardan umutlu galiba.Halil Yüzüncü yıl Üniversitesi İngiliz dili ve edebiyatını bitirdi. Şu anda çalışmıyor galiba. Yoğun bir şekilde ingilizce çalışıyor. Çok değişik kaynaklar aldığını biliyorum. Hala değişmedi yani :)Melek evlendi. Elif de nişanlandı ve geçenlerde düğünü yapıldı.İrfan hala üniversite sınavlarına hazırlanıyor. Yazları da turistik yerlere gidip çalışıyor.Necat'tan hiç haberim yok :(

Merhaba hocam..Keşkelerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim. Gerçekten merak ediyordum. Biz kaynaklı "keşke"ler değildir diye ümit ediyordum. ama galiba tamamen biz kaynaklı.. evet, lise 3'te sadece dilbilim dersine girdiniz. Belki biz umursamıyor görünüyorduk. Yani dersimize girip girmediğiniz konusunda ama aslında Sevcan hoca neden bizim derse girmedi ki? Bezdirdik galiba onu falan diye yorumlar yapıyorduk. Yani aslında sizin derslerimize girmenizi istiyorduk. istemeyenler yok muydu, evet vardı elbette. ama onlar da hani "aman kimse bizi sıkmasın da bitsin okul" diyen arkadaşlardı. Fakat biz dilbilim dersinde de yeterince şey öğrendik sizden açıkçası.. Üniversitede bile, derslerde kelimelerin türkçeye nasıl geçtikleri ile ilgili şeylerde - Ödünçleme vs. - hep sizin bilgiler gelirdi aklıma. :)90 net yapmamız gerektiği konusunda da bizi uyarmasaydınız açıkçası bizim aklımız yerine gelmezdi. Özellikle kendi adıma konuşuyorum, bena bir şey dank etmediği sürece bir şeylere başlamam. Siz en az 90 net falan diyince size hak vermiş ve ondan sonra çalışmaya daha çok ağırlık vermiştim. Zaten kaynak sıkıntımız vardı, ben de hep Selen'den veya Esra'dan kaynak alıp çalışıyordum. Kendime ait pek bir kaynağım yoktu. neredeyse hiç..Orijinal olarak getirdiğiniz romanlardan da bana Charles Dickens'ın "Great Expectations" adlı kitabını vermiştiniz. Hiç unutmuyorum... Okumuştum, başta zorlanmıştım ama sonradan farkında bile olmadan bitirmişim, sevmiştim de... Kelimelere takılmadan da kitabın anlaşılabileceğini anlamıştım. :)Ancak ödevler konusunda haklı olabilirsiniz. Çoğu zaman yapmıyorduk ama bu hani size olan bir tepki değildi hocam, olması da mümkün değil zaten. Öğrenciler ödev yapmaktan zaten kaçınırlar. Zor gelir ödev yapmak. Yani biz sizden ödev konusunda tepki gördüğümüzde biz de üzülüyorduk. Sizin bizden daha çok üzüldüğünüzü de biliyorduk, bizim kazanmamızı bizden daha çok istediğinizi de biliyorduk. İnanın bunların hepsini hissediyorduk. Ve sizi hayal kırıklığına uğratmak koyuyordu bize. Her ne kadar belli etmesek de aslında "Sevcan hoca haklı aslında abi, hiç onun huyuna gitmiyoruz" falan diyorduk. Ama bunun altında yatan neden bence ne sizinle ne de bizimle alakalı. Şöyle ki, eğitim sistemimiz nedeniyle hep öğretmen odaklı işledik biz dersleri. Ama siz farklıydınız. Öğrencilerle interaktif bir şeyler yapmaya çalışıyordunuz. Odağa bizi almaya çalışıyordunuz. Bize yabancı bir şeydi bu. Alışık değildik ve bizden beklenilen tepkiyi gösteremedik. Yani aslında eğitim sistemine olan bir tepkiydi yaptıklarımız, size değildi. 9 sene boyunca hep öğretmen odaklı eğitim alınca bir anda odağa alınmaya çalışılmamız bizi sudan çıkmış balığa döndürdü belki de.. Belki daha önceden sizin gibi birkaç hocamız daha olsaydı böyle tuhaf tepkiler vermezdik.. :/Ramazan ayında okulda iftar olayını unutmamışsınız.. :(Ben de unutmadım. Kimse unutmamıştır herhalde. Ben hala arkaplanda neler yaşandığını bilmiyorum ama birileri Sevcan hoca gelmeyecekmiş dedi. "Nasıl yani gelmeyecek" dediğimizi hatırlıyorum. Çok şaşırmıştık. birkaç arkadaş sizi ikna etmeye çalıştı galiba ama yanılmıyorsam aramızdan birileriyle aranızda birşeyler yaşandığı için gelmek istememiştiniz. Ama çorbanızı göndermiştiniz. Biz de ne yapacağımızı bilemediğimizden geri dönmüştük. Domates çorbasıyla üstelik.. :/buruk bir iftar olmuştu. ama hala neden gelmediğinizi bilmiyorum ben. Hiç konuşulmadı galiba.. :(Ama domates çorbanızı çok beğenmiştik hocam. Herkes bayılmıştı. Tekrar tekrar elinize sağlık hocam. ilk defa o zaman domates çorbası içmiştim ve çok beğenmiştim. :) Kendinizi ifade edebildiniz siz hocam.. Biz anlayamadık. Fark edemedik. Şimdi aklımızda (en azından benim) en çok yer tutan öğretmen olmanız aslında kendinizi ne kadar iyi ifade edbildiğinizi gösteriyor hocam. Tek sorun, bizim bunun farkına çok geç varmış olmamız.. :/Mezun olduktan sonra size ulaşmaya çalıştık. Kızlarla telefon numranızı alışveriş ettiğimizi hatırlıyorum. Telefon numaranızın değiştiğini ve size ulaşamadığımızı hatırlıyorum. Yeni numarası var mıdır birilerinde diye birilerinin birilerine sorular yönelttiğini hatırlıyorum. Hepsi olmasa da bazı öğretmenler gününde attığım mesajların iletilmediğini hatırlıyorum.. :/Bizim içimizde çok büyük bir yer edindiz hocam siz. Kendinize haksızlık etmeyin.. Ve her zaman iyi ki sizin gibi bir öğretmenim oldu diyorum.. :)Mesela ben formasyon da aldım. Bize öğretilenler hep öğrenci odaklı yaklaşımlar mesela. Ve her seferinde siz aklıma geldiniz. Formasyondan sınav yapılırken, yazmam gereken aktivitelerde kaç defa geriye dönüp sizin bize yaptırdığınız aktiviteleri hatırladığımı ve sınav kağıdına aynısını yazdığımı hatırlıyorum.. (ve her dersimden geçtim. hiç sekmedi. hiç alttan dersim olmadı)Bizim üstümüzde çok büyük bir etki yarattınız hocam. İçimizde çok iyi bir yer edindiniz. Bize çok şey öğrettiniz hocam siz. Kendinize haksızlık etmeyin.. Ve bizi mazur görün. Biz size layık öğrenciler olamadık.. Umarım bundan sonraki öğrencileriniz size layık olmayı başarırılar...
Ve öğretmen olan bir öğrencimden aldığım maili de paylaşmak istiyorum biliyorum uzun oldu bu post ama bugün bizim günümüz hoş görün lütfen :)

SELEN'den

Merhaba,
bugün okulda konferans salonunda öğrencilerimizin bizim için düzenlediği sürpriz öğretmenler günü partisindeydim.Bir taraftan yemek yiyordum bir taraftan sundukları oyunu izliyodum.(Öğrencilerin bu jesti beni sevindirdi aslında).Tam bu esnada elinde bir kargo poşeti ile bana seslenen bir adam çıkageldi.İlk başta okulun adresine birşey gelmez bi yanlışlık mı var die düşündüm.Sonra Avcılar'dan geldi bu deyince görevli aklıma siz geldiniz tabi ki.Hocam o kadar heyecanlandım ki ...Hemen paketi açtım bir gül çıktı.Ardından bir paket.Ama bu değildi aradığım Benim bildiğim Sevcan hocam muhakkak bişiyler yazar bana bir küçük kart ya da bir mektup.En sonda çıkarabildim mektubu(heyecandan elim ayağım birbirine dolandığı için:) ) Hocam yine güzel bir sürpriz yaptınız.Yine çok duygulandırdınız biraz da utandırdınız.O an ki mutluluğumu duygularımı ifade edemem hocam.Açtım hemen mektubu okumaya başladım.Öğretmen arkadaşlarım kimden diye sorduklarında öğretmenimden deyince şaşırdılar,hatta mektubu okudular biraz.Böyle öğretmenler de var demek diyenler oldu.Bize kimse böle bir şey yapmadı dediler.Daha fazla tutamadım kendimi ağladım.Hocam bugüne kadar bir sürü öğretmen tanıdım ama birbirlerinden çok da farklı değillerdi evet iyileri de vardı kendilerinden bişey öğrendiklerimde vardı ama geçip gittiler.Beni bu kadar etkileyen hayatımda iz bırakan hatta hayatıma yön veren siz oldunuz hocam.İnanın bunu abartmıyorum ve laf olsun die söylemiyorum.Mektupta hazırlık sınıfının 1. sınıfa benzediğini söylüyosunuz ya gerçekten çok haklısınız hocam.Hazırlık sınıfı benim ingilizceyle tanıştığım zamandı ve lise başlangıcıydı.O güne kadar dersler hep aynı yöntemlerle işlenirdi ama hazırlık sınıfı benim için bambaşkaydı.Yeni ve farklı olan herşeyi sizinle gördüm ben .Gülüceksiniz belki ama bize bazen müzik dinletirdiniz ya hocam ya da şarkı sölerdiniz ya bana okadar farklı gelirdi ki.Film izlemeye inerdik kelime yakalamaya çalışırdık.İnatla anlamaya çalışırdım.Dil laboratuvarında ing .konuşmak için toplanırdık.Aslında yaptıklarımdan zevk alıyordum.Hocam sizin yaklaşımınız da çok farklıydı.Klasik bir öğretmen öğrenci ilişkisi değildi bizimkisi.Siz bizimle arkadaş olmaya çalışıyordunuz.Hatırlıyorum bir kış günü ben, Ayşe, Selma, Yazgül yağmura yakalnmıştık okula gelirken koşturmuştuk ama derse gecikmiştik. Kızmadınız gelip bizim ellerimizi tutup ısıtmaya çalıştınız(hocam her defasında beni şaşırtmayı başarıyosunuz).İşte benim ingilizceyi sevmemin ve ingilizce öğretmeni olmaık istememin sebebi buydu. Bu kararı da sayenizde verdim.İçtenlikle söylüyorum hayatımda iz bırakan ender insanlardan birisiniz .Şuan gözümün önüne getiriyorum sizi, gerçekten hazırlık sınıfını almak sıfırdan herşeye başlamak hiç kolay birşey değil hele de yeni başlayan bir öğretmen için.Ama siz bunu başardınız.hevesliydiniz ilgiliydiniz ve hiç vazgeçmediniz hocam bu yönünüzü de örnek alıyorum aslında.Umarım öğrenciniz olarak sizin gibi bir öğretmen olmayı başarabilirim.Sevgilerimle....

Hazırlık sınıfında ingilizce meslekleri öğrettiğimde bir öğrencimle aramızda şu diyalog geçmişti;
(Sınıfta türkçe konuşmak yasak ama ben türkçesini yazıyorum konuşmalrın size)
Sevcan;Fatih gelecekte ne olmak istiyorsun?
Fatih;Pilot
Sevcan:Neden?
Fatih; Gelip bom bom.
Sevcan; Nasıl yani?
(Fatih yasakları deler ve cevap verir)
Fatih;Hocam, gelip okulun üstünden size bomba atacağım.
Bir tebessümle karşılık vermiştim ona o zaman, biliyordum yüreğinin derinlikleri güzeldi.Yıllar geçti bomba atan olmadı üstüme ama bomba tesirinde kelimeler ulaştı ondan bana.Kalbimde yüzlerce sevgi ve umut dolu zerre oluşturdu onlar.

FATİH'ten
Sıradan öğretmenler bence sadece okul öğrencileri tarafından hatırlanır.Sizin gibi bir anne, abla ve yeri geldiğinde arkadaş olan öğrencilerini şevkatle kucaklayan, karşılıksız seven bir insan eminim ki ömür boyu sevilecek, sohbetlerde anımsanan tek öğretmen olacak.Eğer ki bunun kelime karşılığı olsaydı AŞK olurdu sizi tarif eden tek şey.Öğretmenler gününüz kutlu olsun hocam.
Saygılarımla.

CANLARIM BENİM,
Vazgeçilmezlerimdensiniz siz benim.Hayatım varlığınızla daha anlamlı, daha onurlu, daha coşkulu.O sizi yüzü aydın, gönlü sevgi dolu olanlardan eylesin.İyi ki varsınız .
SİZİ SEVİYORUM.

3 Kasım 2007 Cumartesi

HAFİFLET YÜREĞİMİ(Zİ)

Bir aşkta zafer kazanan taraf var mıdır?Yürek acının ağırlığı altında ezilerek var olmaya çalıştıysa bunca zaman, kazanan olmak neye yarar?

Savaşların içinde güzel olanlar vardır, insanların hayata daha barışık devam etmesini sağlayan.Topla tüfekle yapılan savaşlardan değildir ama onlar.Kalptekilerin terk edip gitmek istemeleri karşısında tarafların tüm yürekliliklerini ortaya koyarak, yaşananları dile getirip her iki yüreği de azad etmeye çalışması için yapılan savaşları kast ediyorum ben.

Kıyasıya yapılması gerek bir mücadeledir bu hakkı verildiğinde her iki taraf galip ayrılır meydandan.Ve hayat iki yüreğe de daha yaşanılır olur, geriye dönüp bakmalarda dudaklarda eskiye dair bir tebessüm kalır. Bir tebessüm , büyük bir ödüldür o her iki galibe de.

Acıya mahkum edilenlerden olmak, yenik taraf olmaya mahkum edilmek hem de hiç savaş meydanına çıkmadan yaşanabilecek en hüzün dolu yıllara gebe bırakır insanı.Söyleyemedikleriniz durmadan hortlar içinizde, hangi sözcüğü nereye uzaklaştıracağınızı şaşırır kalırsınız.Uyku sizden uzaktır, hayal ve tebessüm en ulaşılmazlarınızdır artık.Zaferini ilan edenin yıkıcı sözleri, içinizde hiç bir şeyle söndürülemeyecek bir yangını başlatır.Divaneye dönersiniz, harp meydanına çıksanız nafile muhatabınız yoktur ortada.O yıkıp, yakıp hiç fark ettirmeden gidivermiştir kalleşçe.Ulaşacak ne gücünüz vardır artık ona, ne de aralık bir kapınız vardır onda.Yangınınızdır her an hüküm sürdüren sizde.Gözyaşları hükümsüzdür ya gönül yangınını söndürmede, akıtmak onları fayda getirmez yüreğinize.
Yüzüne tebbessüm kondurabilenler size göre en büyük mucizeyei gerçekleştirebilenlerdir çünkü siz o an tüm tebesssümlerden çok uzaktasınzıdır...
Zaman geçer O'na sığınırsınız bir kez daha tokat gibi çarpar yüzünüze en vefalı olanı fark etmek.Yüzünüzü O'na dönersiniz, sadece O'ndan istersiniz, iliklerinize kadar yangın söndürücünün ancak O olduğunu duyumsarsınız.Mahçupsunuzdur, vefasızlığınız boyun büktür size ama gene de bilirsiniz ki gidecek başka kapınız yoktur.O'dur tek dayanağınız.Ve elbette O'nun size cömertçe sunduğu dostlarınız yaralarınızı sarmada en büyük yardımcılarınızdır(İyi olup güzel işler yapmayı başardığım her andaki sevaplarım ne olur dostlarımın hanesine de yazılsın!).
...
Harp meydanından kaçana gelince hiç ummadığınız anda çıkarılır karşınıza.Zaferden iz yoktur artık onda.Yüzünüzün aydınlığı şaşırtır onu,
''Nasıl bu kadar iyi olabildin sen?''...
Dillendirirsiniz yaşadıkalrınızı, yangınınızı anlatırsınız, maruz kaldıklarınızı ;ama fark edersiniz ki karşınızdaki tüm duygularını bir tek duyguya değişmiştir.Tüm sözcükler ona çarpıp geri dönmeye mahkumdur artık.Ve o hayatın anlamını anlamaktan uzaktır .Hayret duygusunu yitirmiştir ve hayal uzaktır artık ona...
Karlar Kraliçesi masalını anlatırsınız duygularını geri vermek istersiniz ona ama o masalı anlamaktan bile uzaktır .Bir damla göz yaşı canlandırmıştı masalda yitirilen tüm duyguları ama o masalı imgesel anlatım olarak algılayabilecek kabiliyete mahkumdur sadece...
Uzaklaşır gidersiniz gördüklerinizin sizde oluşturduğu dehşetle. O günlerden kalma bir sızı kaplar benliğinizi.Anlarsınız ki acıtmak sizin için zafer değildir, karşı taraftan farklıdır çünkü yüreğiniz...
Aydınlat yüreğimi(zi), baş edebilme gücü ver yaşadıkalrım(ız)la ve geçmişin tek bir izi kalmasın üzerim(iz)de.

25 Ekim 2007 Perşembe

şölen

Kelimelerin benden gizlendiği zamanlar vardır.İşte onlardan birini yaşıyorum şu anda.Bir bilseler ne kadar ihtiyacım olduğunu onlara.Nazan Bekiroğlu'nun kalp ve kelimelerle ilgili yazısı geliyor aklıma.Kalp sonsuz duyuşla yüklüdür ama kendini ifade için sınırlı olan kelimelre muhtaçtır...
Kalbimde bir hareket var, pek çok duygu aynı anda barınmakta şu anda onda.Hatta sanki duyumsadığım tüm duygular aynı anda uğramış ona.Her biri an an hissettiriyor kendini.Hızlı geçişler yaşıyorum, en zıt duyguları bir ana sığdırıyorum.Hüzünden neşeye, yeisten umuda geçiyorum.Ve kendime hayret ediyorum .
Duyguların şöleni var bugün benim kalbimde.Her biri kendi gösterisini ustaca sergilemekte.Kalbim duygularımın emrine amade, her birinin ziyaretini hakkıyla karşılamakta.Her duygu hafızamda ayrı bir kare geçişine sebep.
Her kare ayrı bir sevinç ya da hüzne gebe.Anneannemi özlediğimi duyumsuyorum gene.İyi ki vardı hayatımda diyorum, gözlerimi kapatıp tüm kalbimle rahmet diliyorum ona.
Çocukluk anılarım neşelendiriyor beni, yaptığım yaramazlıklar geliyor aklıma.O dönemlerdeki çocuktan geriye hala çok şey kaldığını fark ediyorum bende.
Rossi'yi hatırlıyorum, bana kazandırdıklarını (yazarım size bir ara).Rossi'den aldığım maile bakıyorum ve mutlu oluyorum...
Hüznü kendimden hiç uzak tutamadığım günler geliyor gözümün önüne hüznün ziyareti sırasında.Umud yetişiyorum imdadıma, şu andaki benin hafifliği geçmişin hüznünü alıp götürüyor.
Coşkunun belirmesiyle öğrencilerim beliriyor gözümde ve ne mi oluyor?Kocaman bir tebessüm oluşuyor dudaklarımda.Kalbim daha hızlı atıyor, heyecanlanıyorum, beynim bir sürü plan programa odaklanıyor hemen.
Vefa hissi dostlarımı hatırlatıyor.Vefa gösterenleri de göstermeyenleri de anımsıyorum.Ve O'nun bana bu konuda ne kadar cömert olduğunu fark ediyorum bir kez daha.Seviyorum onları, onlarla birlikte olduğum anları ve onların gönül zenginliklerini.
Bir duygu var ki varlığını hissettirmekte kararlı ben ise kelimelerin bu geceki vefasızlığından dolayı duyumsamamakta karalıyım onu.
Gönül koyma bana hiç.Anlatacak sözcükler bulamıyorum seni.Kime ne desem , nasıl doğru anlatsam.Seni mutlu etmek için ne yapsam.Senin bende olman ya da olmaman hangi hüküm iledir bir bilsem.
Sözüm olsun sana seni en derinimde duyumsadığımda sadece senin şölenine açılacak kalp kapılarım.Ve sözcükler nereye giderse gitsin o an yürek gücüyle dillendireceğim seni.
Gecenin hiç bir anını kaçırmak istem aslında.Her duygu da sergilesin kendi zenginliğini.Ve ben sabaha daha dingin ve kendini bilmeye bir adım daha yaklaşmış olarak başlıyayım.

Tüm bu duygu geçişleri arasında fark ediyorum ki kalbimin incinen yerleri sarılmış.Kalan ne mi olmuş?Hafif bir sızı...


21 Ekim 2007 Pazar

Dinsin bu acı...


Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde huzurun egemen olduğu bir ülke varmış.Bu ülkede değişik etnik yapılara sahip insanlar kardeşçe yaşarmış.Ülke sakinlerinin en büyük zenginliği gönül zenginlikleri ile insani vasıflarıymış.
İnsanlar yardım ve iyilk konusunda rekabet ederlermiş, bilirlermiş ki bu yarışta kazançlı olmak onları her iki cihanda da mutlu edermiş.O'nu hoşnut edebildikleri ölçüde hoşnut olurlarmış birbirlerinden de.
Ülkelerinin maruz kaldığı her sıkınıtda el ele verip , tek yürek olurlarmış.Kardeşlik bağının gücü onların her engeli aşmasını sağlarmış.Gel zaman git zaman başka ülkeler kıskanmış bu birlikteliği, fitne sokmuşlar halkın arasına.
Kalp muhabbet için yaratıldığından daha ilk fitne tohumunda binlerce boşluk oluşmuş içinde.Her boşluktan sızmış fitne tohumları, kalpleri kaplamış.
Alet olmuş kalpler O'nun hoşnutluğundan uzak olanların oyunlarına.Huzurun egemen olduğu topraklarda kardeş kanı dökülmüş.Gencecik delikanlıların ateşi düşümüş nice ocaklara.Düşen her ateş öfkeleri çoğaltmış, acıları tazelemiş ve her acı da O'nun hoşnutluğundan uzak olanların zaferi olmuş.
Sihirli bir değeneğim olsa, onunla tek bir dilek tutma hakkım olsa ne göçü silerdim hayatımdan ne de içimdeki kanayan yarayı iyileştirmek dilerdim.Tek bir dilek tutardım ben;
Dinsin bu acı...Aydınlansın tüm yürekler.Her sabah aynı güneşin uyandırdığı ve her sabah aynı bayrak altında gözlerini açan insanlar kardeşçe yaşasın.
Kardeş kardeşin yüreğine ateş düşürmesin, öfkeyle bakmasın hiç bir yüz diğerine.
Anneler huzur içinde dalabilsin uykuya...
Güneş ışınların utanmadan göndersin topraklarımıza.

''Şehitleri ölüler sanmayın;O'nlar Rab'ları katında diridirler ve rızıklanırlar...''
Al-i İmran(169)